Dün girdiğim bir mağazada açık olan radyodan duydum bu sözleri. Kulağım çok iyidir, sesin sahibini anladım ama yine de inanamadım. Niye inanamadıysam onu da bilmiyorum ama inanamadım işte. Az önce aklımda kaldığıyla googledan "seda sayan bu sabah annem" kelimeleriyle arattım.
Amannn…
Bu sabah erken uyandım işe gitmicem..
Manyadın mı uykumda var ama yatmıcam..
Küveti su dolduracam yıkanmıcam..
Kahvaltımı hazırlıcam ama etmicem..
Niye biliyon mu ?
Çok derdim var çok
Çok derdim var çok (2x)
Oymuş işte. En sevmediğim renk yaptım şarkı sözlerini. Bu rengin sahibi olarak tanınan şeyi bilirsiniz, şarkı bende o etkiyi yarattı. Bir Yıldız Tilbe'ye pek sinir olurum, halk baştacı eder ya mıyık mıyık şarkılarını, basit ve kulak tırmalayan, acayip yorumunu... Seda Sayan'ı da zaten hiç sevmem de bu şarkı da tuzu biberi oldu. Pepsi reklamını yazamayacağım bile, ıyyyk yani, yuh sana Pepsi... Daha "pepsi" kelimesini telaffuz bile edemeyen biriyle reklam filmi çekmişler. Halkın sevgilisi ya ne de olsa...
Eşimin bir lafı var, yani laf eşime ait değil de çok kullanır.
"katranı kaynat kaynat olmaz ki şeker, cinsi neyse cinsine çeker"
Akşam ben yukarıda yürüyüş için hazırlanırken sesi bangır bangır açılan tv.den Funda Arar'ı duydum. Güzelim şarkı "Silemezler" i yorumluyordu. Koşa koşa indim, baktım. Şu çocukların yarıştığı ses yarışması. Funda Arar bir ufaklıkla düet yapıyordu. Eşim de sonuna kadar açmış, ben duyayım diye. Canım Funda Arar'ım, keşke sabaha kadar söylesen, dedim.
Eşimle yarışmayı tartıştık. Bazı çocukların seslerini o çok beğendi. Ben de "sesleri güzel ama yaptıkları yanlış", dedim. Şımarmış, ellerini nereye koyacağını bilmeyen, yaşından büyük tuvaletler giymiş, çocuk doğallıkları ellerinden alınmış, sesleri için feda edilen, ve fakat aşkı bilmeyen ve bilmemeleri gereken yaşta aşk şarkıları söyleyen zavallı çocuklar...
"Dediklerin doğru ama sesleri güzel" dedi eşim. Güzel gelmiyordu bana. Bakmadan dinlesem belki, görüntüye bakıp tahammül edilmiyor bu saçmalığa. Sonra Nil Burak'ın "Sen de Başını Alıp Gitme" şarkısını söyledi bir kız. Bakın şimdi:
"sesim de oldu sessizliğimde, seviştiğim de oldu benim" kısmında yine sinir bastı bana. "Küçücük kızın ne işi olur sevişmekle", dedim.
Eeee programa tartışma platformu olarak bakınca, bizim yürüyüş program bitimine sarktı. Uyumadan geldik eve çok şükür.
Fotolara tıklayarak birer çarşaf edasında yayılmalarını görebilirsiniz :)
Tasarım Mekanı'nda gördüm kaynak siteyi.
Kendim için bir kolaj oluşturdum. Öyle zengin ki içerik, gerçekte tüm kullandığım kozmetikleri bile buldum. Giyim tarzımın tıpatıp aynısı parçalar bulup ekledim. Tesettürlü arkadaşlar için de eşarp ve şal çeşitleri inanılmaz fazla. Ben şapkayla da şalla da kullanabileceğim bir kombinasyon hazırladım.
Seçtiklerim
Geçen yıl bir üçlü iki tekli koltuğumuzu kaplatmak için 750 lira fiyat biçmişti koltukçu. Bizse bunun yerine 1.150 liraya gayet güzel bir köşe takım aldık. İşte o kaplatmadığım koltuklardan mutfağımda duran iki tekli koltuğuma kılıf diktirmek istiyorum buradan.
Nasıl olduğunu anlamadan ilköğretimi de bitirdik beraber. Anaokuluna ilk götürüşümüz dün gibi. Ağlayıp eve dönmek isteyişin, baban seni okula bırakıp dönerken arabanın kapısına asılıp ağlayışın ve seni atıyormuşuzcasına bizde vicdan azabı yaratışın :), her "benim annem" şarkısı söylendiğinde ağlamaların, 1. sınıfa başladığın ve ailecek okumayı öğrenişimiz, iki heceyi birbirine katıp okuyunca ve kelime üretince ilk kez konuşuyormuşçasına sevincimiz, hepsi dün gibi. Eşek kadar oldun. Boyun beni sanırım 10 cm. geçti, 42 numara ayakkabı giyiyorsun, en güzeli de senin küçülen kotların, eşofmanların bana oluyor. İki yıl önceki botlarını kalın çorapla giyebiliyorum ancak. Her ne kadar birzamanlar uyurken, oynarken öptüğüm minik ayakların adam ayağı olduysa, tontiş bacakların uzayıp kıldan görünmese de :) sen benim küçük fındık kurdumsun, babanın şekerparesisin hala.
SU OLDUĞUNU DÜŞÜN...
Şimdi sen "su" olduğunu düşün.
Su kadar özel, su kadar faydalı ve su kadar çok, tükenmez...
İnanıyorum ki gerçekten de öylesin.
Ama ister çeşmelerden dökül, ister göklerden yağ, ister nehirler dolusu ak;
dibi olmayan bir kovayı dolduramazsın.
Yani seni dinlemeyenlere sesini duyuramazsın...
Unutma; daha çok bağırdığında daha çok dinlenmezsin... Gürültünün parçası olursun sadece!..
Suyun yanında olanlar suyu en az içenlerdir.
Çünkü; "Su nasılsa burada, lüzum yok ki suyu kana kana içmeye" diye düşünürler...
Aynen, sesini sürekli duyanların seni dinlemedikleri gibi!
Ormandaki hiç bir hayvan, ırmağın gürültüler koparan yerinden su içmeye calismadi şimdiye kadar.
Hepsi, hep sabahın en sakin anını bekledi; suyun durgun yerlerini
bulabilmek için gittiler ve sakin sakin ihtiyaçlarını giderdiler;
Onlar için en uygun olan ve kendi istedikleri zamanda...
Sen, hep bir su olduğunu düşün.
Su gibi güzel, su gibi yararlı, su gibi vazgeçilmez...
Ve su gibi hayat kaynağı olduğunu duşun.
Ama su gibi yaşatıcı ol ; Su gibi yıkıcı, sürükleyici ve öldürücü değil!..
Sen bir su ol... Ama rahmet ol; afet değil!
Su isen tarlalarını basma insanların, yuvalarını yıkma, ocaklarını söndürme;
Sana "felaket" denmesin!
Su isen bir bardağa sığabil ki; damarlara giresin!..
Su; yüce Allah'ın insanlar için yarattığı en büyük nimetlerden biri...
Ve suya benzediğini unutma! Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi faydalı,
su gibi lüzumlu ve su gibi bitmez-tükenmez olduğunu da unutma.
Ayrıca su gibi sakin olabileceğin gibi, su gibi de "kıyametler" koparıcı olabileceğini unutma...
Unutma; Senin işin rahmet olmak, afet değil!
Vadiler varken önünde ve ovalar varken yayılabileceğin; küçük ırmaklara ayırabiliyorsan kendini
ve bardaklara bölebiliyorsan, hayat verirsin çevrene.
Ve yaşayabilirsin dünya dönmesine devam ettiği müddetçe...
Yoksa hep duyulmayan, dinlenmeyen; korkulan ve kaçılan olursun seller, afetler gibi...
Tercih elindeydi hep ve hep de "senin" ellerinde olacak...
Ya tutmayı öğreneceksin dilini veya hiç durmadan konuştuğun için,
sadece bomboş ve anlamsız sesler çıkartan birisi olduğunu zannettireceksin çevrendeki insanlara!
Ama yapman gereken şu değil mi?
Düşüneceksin ne zaman ne söyleyeceğini.
Düşüneceksin kimin dinleyip dinlemediğini, kimin anlayıp anlamadığını.
Düşüneceksin anlatmak istediklerinin ne kadarını anlatabildiğini...
Hatta anlayanların anladıklarının da senin anlattıklarının ne kadarı olduğunu düşüneceksin...
Ve konuşmak için en uygun zamanı bekleyecek, en az ama en uygun kelimeleri seçmeye çalışacaksın... Ahmak olmayan yolcuların, önceden aldıkları biletleri ceplerinde olduğu halde,
saatlerini kontrol ederek, vakit yaklaştığında, vapurun kalkacağı iskelede hazır olmaları gibi,
sende fikrini bildireceğin kişinin "kıyıya yanaşmasını" bekleyeceksin !..
Demeyeceksin; "Ben canim isteyince giderim iskeleye, vapur da o saniyede gelmek zorunda!.."
Demeyeceksin; "Ben aklıma geleni aklıma geldiği bicimde söylerim.
Karsımdaki de değil duymak, değil dinlemek, anlattığımdan bile fazlasını anlamak zorunda!.."
Keşke öyle olsaydı.
Keşke hakli olsaydın, ama maalesef degil...
Ağzını açıp" Şelaleden dökülen suyu" içmeye çalışan bir tavşan gördün mu hiç?..
Veya önüne çıkan ağaçları dahi sürükleyen bir selden susuzluk gidermeye uğrasan bir ceylan gördün mü? Kaplanlar bile içebilmek için suyun durulmasını bekler; beyni olan her yaratık gibi!
Hadi... Sen simdi "su olduğunu" düşün ve kendini "su gibi" hisset...
Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi berrak, su gibi yararlı...
Su gibi hayat kaynağı ve su gibi bitmez-tükenmez olduğunu hatırla...
Ama yine su gibi "bir küçük bardağın içine" sığdır ki kendini;
girebilmeyi öğren insanların damarlarına.
Hayat ver...
Vazgeçilmez ol !..
MEVLANA
Dün Babalar Günü'nü kutladık. Babam dünkü sıcakta bize mangal yaparak yoruldu. Güya onun günüydü ama o çalıştı, biz yedik her zamanki gibi. Annem de ekstra güzel zeytinyağlılarla olayı bitirmişti. Giderken annemin çok sevdiği jöleli tatlımdan yapıp götürdüm, annem de yapmış aynısından, pişti olduk. Yemek sonrası tatlıları çarpıştırdık, hangimizinki daha güzel olmuş diye. Artık kibarlıktan mı, gerçek mi bilmem, ikisini e çok beğendiklerini söyledi sayın jüri üyeleri...
İstanbul'dan Babalar Günü için gelen kardeşim babama laptop almış. Masaüstü sürekli bozuluyordu, buna pek sevindi babacım. Kendisi de cici netbookunu getirip bize hava attı:)
Eşime de babama da aynı hediyeyi aldık bu sefer. Babama hep teknolojik hediyeler alınıyor son zamanlarda. Geçen yıl arabasına mp3 player almıştık, müzik dinlemeyi çok sever, çok hora geçmişti. Bu yıl masaj minderi aldık. Fotoğrafta Ada minderi test ediyor. Önce titreşimden korktu, yanına yaklaşmadı, sonra da kalkmak bilmedi.
Kız kardeşim her babalar günü eşime de hediye alır. Yine elinde paketle geldi. Bu ikinize, dedi. Çok güzel iki katlı ve tam istediğim gibi kurabiye, kek standı almış :) Eşim kurabiye canavarıdır, o bakımdan ikimizin hediyesi bu...
Eşimin hediyesini sabah verdik. Çok memnun oldu. Geçen yıl ona da dvd player almıştık. Bence bunu kendinize aldınız demişti :) (Lostla yatıp kalktığımız zamanlardı) Bu yıl baba bir hediye alalım, dedik. Gayet de güzel bir alet. Deri olduğu için terletmesi dışında çok güzel masaj yapıyor. Üzerine bir çarşaf konulursa terletmez sanıyorum. Isıtma seçeneği de var. Bu sıcakta denemeye bile korktuk ama kış için ideal. Araba koltuğunda da kullanılabiliyor.
Bu akşam Bıdıkımız geliyor. Cumartesi gece yarısı kulübesi geldi. Dün boyadık. Az önce abisi onu almaya gitti. Bakalım uyum sağlayabilecek mi buraya. Havlayıp kimseyi rahatsız etmez umarım. Sitede herkes hayvanları çok seviyor ama ben yine de endişeliyim. İnşallah uslu durur oğlumuz.
Geçen sefer küçük boy yuvarlak borcam tepside pişirmiştim. Bu sefer yemek için kullanılan derin borcam tencerede denemek istedim. Görüntüsü çok güzel oldu, daha çok kabardı fakat daha az ıslak oldu.
Bundan sonra hep borcam tepside pişirmeye karar verdim.
İlk diş fırçalamayı babamdan öğrendim ve o esnada Beşiktaş'lı oldum. Nedense Beşiktaş'ı tuttuğum anla, tabureye çıkıp ilk kez kendim diş fırçaladığım an hep aklımda. İkisi aynı anda oldu sanırım. Banyo dönüşü de annemin hatıra kalsın diye sakladığı emziğimi bulup gizli gizli emişim hep aynı gün gibi. Aklımda kalan, çıkmayan üç olay...
Bana hedef tahtası yapmıştı, boş bir tarlaya götürüp atış talimi yaptırırdı. Hafta sonu motorsikletin arkasına beni atıp balık tutmaya götürürdü. Yine aynı motorsikletle denize götürürdü beni. Annem "şimdi olsa izin vermem, ne cahillikmiş küçücük çocuğu motorsikletli bir adama teslim etmek", der aklına geldikçe :)
İlk kez silah kullanmayı, hayvanlara dokunmayı, sevmeyi, beslemeyi...
Balık tutmayı, balık temizlemeyi,
Bilimum sakatatları yemeyi...
Piknik ve mangal yapmanın püf noktalarını...
Özgürce üst baş kirletmeyi...
Kimsenin bilmediği yabani meyvelerin adlarını ve tatlarını,
Akşamları fişek doldurmayı, çekiçle çat-pat patlatmayı...
Tamir aletlerini kullanmayı...
Güreş etmeyi :)
Yüzmeyi...
Masaj yapmayı...
Araba kullanmayı...
Kin gütmemeyi...
Dürüstlüğü...
Yaptığım bir hatanın sonucunda odama gelip bir güzel bakışın ve güven dolu tek bir cümlenin yaptığım hatanın hata olduğunu anlayabilecek kadar ezilip büzülmemi sağlamasını,
Yalan söylememeyi,
Takım elbise ve kravat vazgeçilmezleri. Şık giyinmeyi çok sever.
Babam torunları olduktan sonra tuhaf oldu . Sadece torunlarını çok seviyor. Diğer çocuklarla kıyaslıyor. Bizimki böyle yapmıyor, bizim oğlan şöyle akıllı, bizim kız şöyle vs... ifadeler kullanıyor. Annemse torunları olduktan sonra daha çok çocuk sever oldu. O babam gibi oldu, babam annem gibi...Babamın bizi çok sevdiğinden bir an bile şüphe duymayacak kadar güven verdi bize. Arkamda dağ gibi, önümde engin, berrak ve sakin bir deniz gibi olduğunu hep hissettirdi.
İyi ki varsın, iyi ki benim babam olmuşsun babacığım. Allah sana ve anneme upuzun, sağlıklı bir ömür nasip etsin. İyi ki senin güzel kızınım.